Yeni yılın ilk ayı mevsim normalleri üzerinde soğuk günlerin yaşandığı bir dönem oldu.
Tüm yurtta kar yağışlarının ve soğuk havanın hakim olduğu günler yaşanmış olmasına rağmen İstanbul’da yaşanan olumsuzluklar tamamen ülke gündemini işgal etmiş durumdadır.
Kar yağışı, İstanbul’un bildik trafik sorunlarına hayati bir boyut katmış, ulaşım araçları ve dolaysıyla insanlar neredeyse 24 saate varan bir süre medeniyetin ortasında mahsur kalmışlar, hastaların hastaneye, ölülerin kabirlerine ulaştırılması bile mümkün olamamıştır.
Vatandaşlar soğuk hava şartlarında araçlarını trafikte olduğu konumda terk ederek camiler başta çeşitli sosyal alanlar veya uzun yürüyüş sonunda evlerine sığınmışlardır.
Çizmeye çalıştığımız bu tablonun mevcudiyetine rağmen siyasiler durumdan vazife çıkararak öncelikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanını ve üst düzey bürokratlarını görev başında bulunmamakla suçlamışlar, karşı taraf da bunun mesnetsiz bir zorluklar üzerinden siyasi rant elde etme aracı olarak kamuoyuna kabul ettirme telaşına kapılmış ve ülkemiz gündemini bu kısır tartışmayla işgal etmişlerdir.
Oysa hayat pahalılığını halkımızın en yoğun hissettiği günlerde şartları vatandaşımız adına daha da zorlaştıran kış olumsuzlukları fazlasıyla mutsuzluğa neden olmaktaydı.
Doğalgaz, akaryakıt ve elektrik fiyatlarındaki yakın geçmişle kıyaslandığında aşırı zamların yanı sıra yüksek kullanımların faturası halkımızı kara kara düşündürürken 46 bin liralık kalkan balığı faturaları üzerinden tartışmaların yürütülmüş olması, siyasilerin milletimizin dertlerini hafife aldıklarından öteye bir anlam taşıması mümkün değildir.
Tabiri caizse halkın can derdinde, siyasetçilerimizin de gelecek seçimlerin telaşında olduğu görülmüştür.
Soğuk kış şartlarında özellikle sebze ve meyvelerin toplanıp şehirlere ulaştırılmasında ciddi darboğazlar yaşanmış olması, çok yüksek fiyat artışları yaşanmasına neden olmuştur.
Hükümete yakın yayın organları durumun vahametini perdelemeyi tercih ederken, muhalif olanlar ise biber, patlıcan, kabak vs sera ürünlerindeki abartılı fiyatlar üzerinden başka bir algı yaratma peşine düşmüşlerdir.
Aslında her iki yaklaşım da halkımız tarafından hüsnü kabul görmemektedir.
Tamamen karşı tarafı alt etme odaklı olarak sorunları ele alma biçimi, vatandaşımızın siyasete ve siyasetçilere olan güvensizliğini yükseltmekte, siyaset kurumunu vatandaş nezdinde çare kapısı olmaktan çıkarmaktadır.
Kayıkçı kavgası üslubundaki kısır çekişmelerin ülkemize katacağı bir şey yoktur.
Oysa gelir dağılımındaki adaletin çok bozulduğu günümüzde iç ve dış kaynaklı gelişmelerin yarattığı olumsuz ortamda ekonomik ve sosyal dengeler bozulmuştur.
Türkiye’nin dünya ekonomisindeki yerinin gerilemekte olması, emsallere göre durumumuzun daha ciddi olduğunun açık bir göstergesidir.
Düne kadar gıda ürünleri açısından kendi kendine yetmekle övünen ülkemiz, bu alanda da dış gelişmelerin yarattığı olumsuzluklardan en üst düzeyde etkilenmektedir.
İçinde bulunduğumuz üretim yılında tarımsal girdilerde yaşanan fiyat artışları çiftçilerimizin kendi imkanlarıyla karşılayabileceği seviyeyi çoktan aşmış durumdadır.
Böyle giderse tarımsal üretimde birçok üründe üretim kayıpları kaçınılmaz görünmektedir.
Birkaç ay sonra sonbahar ekimlerinde ve birçok tarım ürününde yoğun gübre ile mazot kullanımına ihtiyaç vardır.
Ne yazık ki çiftçiler yüksek fiyat nedeniyle ya gübreyi az kullanacak ya da hiç kullanamayacak, sonunda da rekolte kayıpları rekor seviyelere ulaşacaktır.
Bu durumda; halkımızın temel gıda ihtiyaçlarının başında yer alan hububat ve hayvansal ürünlerde arz eksikliğinden fiyat artışları kaçınılmaz olarak yaşanacaktır.
Ülkeyi yönetenlerin bu konuda herhangi bir tedbir geliştirdiğine dair bir çalışmanın varlığına rastlanmamış olması son derece kaygı vericidir.
Saldım çayıra Mevla kayıra deyip sorunlarımızın son bulacağını, hayatın normale döneceğini beklemek abesle iştigaldir.
Destekleme alım kapsamına alınan tarım ürünlerinde en yüksek fiyat artışı bile ancak %25lerdeyken tarımsal girdilerde görülen %400lere varan fiyat artışları gıda ihtiyacımızın yerli kaynaklardan karşılanması önünde dağ gibi yükselmektedir.
Kanunun emrettiği destek bütçesinin bile çiftçimize çok görüldüğü şartlarda üretimin artarak devam edeceğini ummak ham bir hayalden öteye geçemeyecektir.
Bu acı gerçekleri tüm yalınlığıyla görüp tedbir üretilmezse ülkemizi ve milletimizi maalesef zor günler beklemektedir.
Ahmet Orhan